Dolar 32,9449
Euro 35,7631
Altın 2.529,53
BİST 10.891,42
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Afyon 28°C
Açık
Afyon
28°C
Açık
Paz 29°C
Pts 30°C
Sal 28°C
Çar 29°C

Darü’l-Kemal’deki Sohbetlere Dair

Darü’l-Kemal’deki Sohbetlere Dair

Kurumsal Web Tasarım

İbnülemin Mahmud Kemâl, medeniyet tarihimiz açısından geçtiğimiz yüzyılın en mühim sîmâlarından biri. Ayasofya’nın içindeki Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin hatlarından tutun da İstanbul’un dört bir yanına serpilmiş Mimar Sinan eserlerine kadar birçok kıymetli yâdigârın muhafaza ve tamir edilmesine vesile olan bir ilim, kültür, edebiyat ve sohbet adamı. Aynı zamanda onun Son Asır Türk Şairleri, Son Sadrazamlar, Son Mûsıkîşinaslar, Son Hattatlar adlı önemli eserleri, kendi sahalarında birer şaheser ve başvuru kaynağıdır.

İbnülemin’in unutulamayacak bir yanı, içinde mûsikî fasıllarıyla ilmî ve edebî sohbetlerin tertip edildiği konağında, bu kadim  geleneği uzun yıllar devam ettirmiş olmasıdır. İçeriye girildiği andan itibaren bir başka zamana geçilmiş hissini veren İstanbul’un Beyazıt semtindeki bu konak, İbnülemin’in babası Mehmed Emin Paşa’dan itibaren pekçok güzel sohbete ev sahipliği yapmıştı. Duvardaki hatlar, çini ve vazo koleksiyonları ve nefis bir kütüphaneyle tezyin edilmiş böyle muhabbetler, şimdilerde ehl-i dil insanların sürdürmeye çalıştığı güzelliklerden biridir.

İbnülemin’in yakın arkadaşı Süleyman Nazif’in buluşuyla “Darü’l-Kemâl” olarak isimlendirilen konak, devrin pek çok bilim, fikir ve sanat erbabının bir araya gelmesine şahitlik etmişti. “Darü’l-Kemâl”in müdavimlerinden biri olan Mithat Cemal’in şu ifadeleri, nefis sohbetlerin demlendirildiği bu konağı bize en güzel bir şekilde tarif etmektedir:

“Bu odanın dört tarafından ikisinde Türk ve Acem hattatlarının el yazıları… Bu yazıların Türkçe olanları bile lâmelifleriyle bana o zaman Arapçadır hissini verir, îrabında yanlış yapacağım diye korkumdan yüksek sesle okuyamazdım. Üçüncü duvarda çürük kaplı, ruhanî ciltli kitaplarla dolu kütüphane… İçinden 1. Abdülhamit’in, III. Selim’in el yazılarını İbnülemin Mahmut Kemal Beyin çıkarıp misafirlerine uzaktan gösterdiği cilbendler… Dördüncü duvar hep pencere… Ve bu pencerelere asıldığı için perde sandığım sevailler, Buhara işlemeleri…

Bu odada dünya içkilerinden yalnız ikisi malûmdu: Deve tüyü renginde kulpsuz fincanlarda Yemen kahveleri… Bir de misafirleri yudum yudum içmezlerse İbnülemin Mahmud Kemal Beyin halâvetine yandığı turunç şerbetleri… Bu odada levhaların, kitapların üzerindeki tozlar bir veli türbesinin toprak zerreleri gibi mukaddesti. Hizmetçi bu mukaddes şeylere ancak ev sahibinin izniyle yalnız ayda bir defa el sürebilirdi. Burada her şey eskiydi; okunan şiirler eski; oturulan sedirler eski; kelimeler eski; hattâ sesler bile eski.

             Bu odadan sokağa çıktığım zaman bir devrin cenaze namazından dönüyorum sanırdım. Fakat lâakal iki asır eski olan bu odanın maziliğine rağmen burada manevi bir aydınlık vardı. Buraya gelenler Fuzuli’nin bir imalesinden başka tûl-i emel bilmezler, burada Naima’nın bir nüktesiyle bütün mahrumiyetler unutulurdu. Ve bu oda mukaddes bir mahremiyetin rutubeti içinde yazın bile serindi. Ancak bu serinlik servilerden inen gölgeler kadar loştu. Buradan çıkınca sokaklara, insanlara şaşırarak bakardım.”[1]

Darü’l-Kemâl’in müdâvimleri, edebiyat ve ilim dünyasının mühim simâları idi: Ali Emirî Efendi, Mehmet Âkif Ersoy, Süleyman Nazif, Mithat Cemâl Kuntay, Hüseyin Vassaf, Ahmet Hamdi Tanpınar, Hasan Âli Yücel, Mükrimin Halil Yınanç, Süheyl Ünver gibi yirminci yüzyıl edebiyat ve sanat mirasımıza önemli eserler bırakmış yazar ve şairler bu konağın feyizli havasından uzun yıllar istifade etmişti.

Böyle renkli bir mekanın âdetâ “mürşidi” gibi olan İbnülemin, misafirlerin ilim ve sanat erbabı olması hususunda titizlik gösterirdi. İlim, sanat ve edebiyatta önemli özellikleri şahsiyetinde toplamış her meşrep ve fikirden bu insanların sohbetlerini varın siz hayal edin şimdi. Eminim ki, gönüller muhabbetin zevkiyle neşe ve zevkle doluyor; zihinler bu müstesna insanların nükteleriyle hafifliyordu. Mithat Cemal’in aşağıdaki ifadeleri de bu muhabbetlerin çeşnisine dair bize güzel fikirler veriyor:

             “Bu odada mühim ilim vak’aları olurdu: Ali Emiri Efendi bir yazma kitapta bir sineğin bir damla münasebetsizliğini diliyle ıslatıp eliyle silerek Revan sekarının Revan seferi olduğunu bu odada keşfederdi. Ve 93 âyanından Bursalı Rıza Efendinin Şehname’yi ezbere bildiğini, tarih-i edebiyat müellifi Faik Reşat Bey gözlerini açarak bu odada söylerdi. Namık Kemal’in temiz ve beyaz çoraba meraklı olduğunu da şair Adanalı Hayret Bey’den yine bu odada ögrenirdim…”[2]

Darü’l-Kemâl’deki sohbetlerde asla lüzumsuz konuşmalara, gereksiz hâl ve hareketlere yer yoktu. Aksi bir hal vuku bulduğunda İbnülemin, Hüseyin Vassaf’ın güzel ifadeleriyle “derhâl edîbâne, zarifâne bir surette kâlen mümkün olmazsa hâlen irşâdkâr olacak vaz’ u tavr alarak o kimseyi daire-i edebe davet eder, bu babda ihtiyata, cebr-i nefse, sabr u tahammüle tab’ında meyil azdır.” İşte bu sayededir ki İbnülemin, bu konakta hayatı boyunca her meslekten ve meşrepten insanı bir araya toplamayı başarabilmişti.

İbnülemin, tıpkı eserlerinde olduğu gibi bu sohbetlerin de merkezinde bulunur; muhabbeti ilim ve edep dairesi içinde idare ederdi. Kendisinden başkasının, sohbetin merkezine yerleşmesine müsaade etmezdi. Kuran’dan bir aşirle okuma, şerbet ve muhabbet faslı, nihayet mûsıkî ve dua onun yönlendirmesiyle başlar ve devam ederdi. Buranın müdâvimlerinden biri olan Ahmet Hamdi Tanpınar, sohbetlerin merkezinde bulunan İbnülemin’in şahsiyetini ve sohbet meclisinde temsil ettiği mevkiyi bize şöyle anlatıyor:

“Fakat onu(İbnülemin’i)  daha ziyade kendi muhitinde, evinde tanımak lazımdır. Muharrik, âdeta isim üzerinde duran ve her an misafire hürmet etmek lâzım geldiğini hatırlamak mecburiyetinde kalan bir mizacın muhtelif cilveleri arasında, üst üste gelen çok lezzetli nüktelerin bir nevi şehrayin gibi renk ve ışıkla doldurduğu bir musahebe için bu ev, muasırı olduğumuz hayattan birdenbire ayrılır ve bütün duvarlarını, raflarını, kıyı bucağını dolduran sayısız mazi yadigârlarının ait olduğu, daha doğrusu temsil ettiği bir zamandan, olduğu gibi kalmış istisnaî bir köşe olur ve biz orada ev sahibini, herhangi bir muasırdan çok daha yüksek bir şey, geçmiş devirlerin en güzel ve iyi taraflarının gelecek nesillere intikalini temine çalısan ilmin kendisi ve sohbetin sihriyle dinleyicilerini şaşırtıp teshir eden bir sanatkâr olarak buluruz.[3]

O devirde, her fikirden birçok insan, İbnülemin’in etrafında halkalanır, medeniyetimizde hemen her dönem bir mektep vazifesi icra eden bu sohbetlerin teşekkülünü sağlardı . Yunus Emre’nin “Sohbet ihtiyâr iden yâd u bilişden geçer” şeklinde anlattığı gibi, böyle güzel muhabbetleri ihtiyar etmiş bunca insanın hangi fikirden veya meşrepten olduğu pek ehemmiyetli değildi. Yeter ki şahıslar, sohbete revnak verecek bir vasfa haiz olsun ve muhabbete sıklet verecek bir davranışta bulunmasındı.

İstanbul’un işgal yıllarında maalesef, bu konağın tarih içinde geçirdiği yangın, deprem gibi birçok felakete bir yenisi daha eklenir. En zor günlerinde sadece dostlarına değil, kendisine cephe almış insanlara yardım etme ihtiyacı hisseden İbnülemin, işgalden sonra nezarethaneye alınan Said ve Abbas Halim Paşaları sık sık ziyarete gider. Fakat Fransızlar bu korkusuz adamı yıldırmak için evinin işgal edileceğini bildirir ve evin yirmi dört saat içinde boşaltmasını isterler. O günkü şartlarda bu konağın bu kadar kısa bir zaman içinde tahliye edilmesi mümkün değildir. Aksi gibi İzmir’in işgalini protesto için kepenk indiren esnaf o gün çalışmıyordur ve bu yüzden eşyaların taşınması için araba bulmak hayli zordur. Neticede bazı dostların yardımıyla bir kısım eşya taşınır, bazılarını da İbnülemin arkadaşlarına emanet eder; fakat yağmur, taşınan eşyayı perişan etmiştir. Pekçok gazete, mecmua koleksiyonu ve bazı kıymetli eserler konakta bırakılır. Ne yazık ki, onlar da konağın bir buçuk yıllık işgal döneminde Fransız, İngiliz askerler ve göçmenler tarafından yağma edilir. İbnülemin, evinin işgali sırasında kendisinin ve ailesinin uzun yıllardır biriktirdiği sanat eserleri, kitaplar, çeşitli evrak ve yazıların insanın söylemekten haya edeceği çeşitli maksatlar için kullanıldığını söylüyor ve sonra şu çok mânidâr cümleyi sözlerine ekliyor:

 Garb medeniyetinin ne demek olduğunu zaten bilirdik, bu defa daha iyi öğrendik. [4]

İşgal esnasında konaktaki tarihî kıymeti bulunan o kadar eserin tahrip edilmesi hakikaten hüzün verici bir şey. İbnülemin’in çok sevdiği çocukluk arkadaşı Hüseyin Vassaf da,  Darü’l-Kemâl’in işgalinden sonra duyduğu üzüntüyü, geçmiş muhabbet demlerini yâd ederek şöyle dile getiriyor:          

“Kable’l-işgal kütüphânesinde pek mühim kitaplar, pek mühim evrak-ı kadîme-bugün emsâli mefkûd- eski gazete koleksiyonları mevcut olduğundan ulemâ ve üdebâdan bazı zevât müracaatla müstefid olurlardı. İkametgâhı dâru’l-ilm hükmünde olduğundan müdâvimlerden bazı zevât “Daru’l-Kemâl” tesmiye etmişlerdi; birbirlerine “Mahmud Kemâl Bey’in hânesine gidiyor muyuz?” makamında “Daru’l-Kemâl’e gidiyor muyuz?” diye sorarlardı. Ulemâdan, üdebâdan, şuarâdan, hattâtînden, erbâb-ı sanatdan, erbâb-ı mûsikîden el-hâsıl meslek-i muhtelife mensuplarından her fert aradığını Dâru’l-Kemâl’de bulur, istifade ederdi.[5]

Acaba Vassaf, İbnülemin’in üniversite öğrencilerinin kalması için vakfettiği bu evin 1960’larda yıktırılması karşısında ne derdi, merak ediyorum. İyiliklere karşı böyle küfran-ı nimette bulunanlar, özellikle de vakıflara zarar verip onları yok edenler, vebali o kadar büyük bir mesuliyetin altından mahşer günü nasıl kalkacaklar, bilemiyorum.

Neticede şimdi Mercan’daki o konak, İbnülemin, o güzel sohbetlere katılanlar bugün artık yok. Biz ne kadar üzülsek de, bugün sohbetleri vesilesiyle zikrettiğimiz bu isimler ve yaşanan bunca güzellikler tarihe mâl oldu. Onlar, kendimiz olarak kalabildiğimizde neleri başarabileceğimizi, zevkine doyum olmaz bir hayatı nasıl tesis edebileceğimizi ispat edip gittiler. O güzellikler, o yaşananlar müstakbel güzelliklerin tesis edilmesi için biz yeni nesillere sunulmuş büyük birer tecrübedir.  

Kültürümüzün esasını teşkil eden sohbet geleneğimiz, müşterek kabuller etrafında bir araya gelen insanımızın ve bir medeniyet inşa eden üslûbumuzun sergilediği en vicdânî manzaralardan biridir. Şimdilerde küçük büyük hemen herkesin ihyasına gayret gösterdiği sohbet kültürü,  bizde beraberlik duygularının idamesi ve yaşatılması için bir ilaç vazifesi görür. Bu gayretlerin boşa çıkmaması biraz da, mazide icra edilmiş sohbetleri, muhabbetleri hatırlamak özellikle de İbnülemin gibi muhitinde merkez şahsiyet olmayı başarabilmiş ve güzel hizmetlerde bulunmuş insanları tanımakla mümkün olacaktır.

[1] Midhat Cemal Kuntay, Mehmet Âkif, İstanbul1997, s.11 vd.

[2] Midhat Cemal, aynı eser, s. 12

[3] Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler,(Haz. Dr. Zeynep Korkmaz),”İbnülemin Mahmud Kemal”, Dergâh Yayınları, 7. Baskı, İstanbul 2005, s. 418

[4] İbnü’l-Emin Mahmud Kemal İnal, Son Âsır Türk Şairleri, Cilt 4, Haz. İbrahim Baştuğ, AKM Yayınları, Ankara 2000, s.2215

[5] Hüseyin Vassaf, Bir Eski Zaman Efendisi-İbnülemin Mahmud Kemâl-Kemâlü’l-Kemâl (Hazırlayanlar: Fatih M. Şeker, İsmail Kara), Dergâh Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2009

Yasin Şen – Afyon Haberleri
YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
17 Aralık 2021 12:06
5 Temmuz 2021 18:29
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.