Dolar 32,4856
Euro 34,9497
Altın 2.435,21
BİST 9.716,77
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Afyon 22°C
Açık
Afyon
22°C
Açık
Cum 25°C
Cts 25°C
Paz 23°C
Pts 22°C

Kızılderili Bilgeliği ve Küçük Ağaç’ın Eğitimi -2

Kızılderili Bilgeliği ve Küçük Ağaç’ın Eğitimi -2

Kurumsal Web Tasarım

Duyguyu Paylaşmak

Bir insanın bu dünyada aradığı şey duygusal ve fikrî bir tatmin olma hâlidir. Kızılderililer buna büyük önem verirler ve yaşanan bir şeyden hem gönüllerini hem de zihinlerini tatmin edecek, onlara bir doyum verecek bir hâl ararlar. Büyükbaba’nın bir düzenli işe girmeyişinin sebebi de aslında budur: “Büyükbaba düzenli bir işe girmeye dayanamazdı. Yapılan her şeyin doyum vermeden zamanı tükettiğini söyledi. Ki bu da mantıklıydı. (s. 83).

Yaşam, yaşadıklarımızdan doyum elde edebilmektir. Şimdinin hâkim duygusu olan gelecekte daima her şeyin daha güzel olacağına dair inanış, Kızılderili yaşayışında rastlanan bir husus değildir. Burada yaşanan duygusal itminan bir sonraki yaşamı mükemmelleştirecektir ve ruhun güçlü kalmasını sağlayacaktır:

İki yıl daha bir arada olacaktık: Ben, Büyükbaba ve Büyükanne. Belki zamanın yaklaştığını biliyorduk ama bundan söz etmedik. Büyükanne artık her yere benimle ve Büyükanne ile birlikte gidiyordu. Dolu dolu yaşadık. Diğerlerinin de görmesi için sonbaharda yaprakların en kırmızısı, baharda en mavi yerli menekşe gibi şeyleri gösterirdik. Böylece hep birlikte tattık ve duyguyu paylaştık. (s. 259).

Duyguyu paylaşmak, sadece yaşayanlarla değil, bu dünyadan göçüp giden Kızılderililerin ruhlarıyla da buluşmak anlamını taşır. Bu sebeple Küçük Ağaç, roman boyunca hem Büyükannesinden hem de Büyükbabasından Çerokilerin geçmişine dâir bazı hikâyeler dinler: Büyükanne ile Büyükbaba benim geçmişi bilmemi istiyorlardı. ‘Geçmişi bilmezsen bir geleceğin olmaz çünkü. Halkının bir zamanlar nerede olduğunu bilmezsen, nereye gittiğini de bilmezsin.’ Bu yüzden bana geçmişimin büyük bölümünü anlattılar.(s. 55).

İyiliği Yaymak

Romanda dikkat çeken bir husus da insanın iyiliği yaymak gibi bir görevinin olduğunun belirtilmesidir. Anlamaya çalışan biri için daima iyi olmaya çalışmak gerekir ve biri bir iyilikle karşılaştığı zaman onu etrafına yaymalıdır:

Büyükanne doğru yaptığımı söyledi çünkü iyi bir şeyle karşılaştığın zaman, yapman gereken ilk şey bulabildiğin insanla onu paylaşmaktır; bu şekilde iyilik öyle bir yayılır ki nereye gittiğini bilemezsiniz. Ki bu da doğrudur.(s. 74).

Büyükbaba’ya göre hatırlanmaya değer olan sadece iyiler ve iyiliktir: … yaşlandığın ve sevdiklerini hatırladığın zaman yalnızca iyiyi hatırlarsın. Kötüyü hatırlamazsın hiçbir zaman ki bu da kötünün hiçbir şeye değmediğini kanıtlar.(s. 99).

Beden Aklı ve Ruh Aklı

Tasavvufî öğretide “akl-ı mead” ve “akl-ı meaş” diye iki kavram vardır. Akl-ı meaş, dünyadaki olaylarla, geçim derdiyle ilgilenen akıldır. Onun yöneldiği maddî şeylerdir. Bunun aksine olarak akl-ı mead, ise içe yönelik bir akıldır ve insanın mânevî tarafını temsil eder. Akl-ı meaşla uğraştığımız şeyler gelip geçiciyken akl-ı meadla meşgul olduğumuz fikirler, duygular ve tecrübeler kalıcıdır. İnsanın bir tarafı hep mânevî olduğuna göre ondan istenen şeylerden biri de akl-ı meadı kullanması ve onu hep canlı tutmasıdır.

Buna çok yakın bir isimlendirmeye Küçük Ağaç’ın Eğitimi’nde rastlamak aslında bilgeliğin tek bir kaynaktan geldiğini gözler önüne seriyor:

Büyükanne herkesin iki aklı olduğunu söyledi. Akıllardan biri bedenin yaşaması için gerekli olan şeylerle ilgiliydi. Bedene gerekli olan barınak, yiyecek ve benzeri şeyleri nasıl bulabileceğini düşünmek için bu aklı kullanmak gerekirdi. Eşleşmek ve çocuk sahibi olmak için de bu aklı kullanmak gerektiğini söyledi. Ama bu tür şeylerle hiç mi hiç ilgisi olmayan başka bir aklımız daha varmış. Dedi ki bu ruh aklıymış. Büyükanne, beden aklını açgözlü ya da hırslı olmak için kullanır, onunla her zaman insanları kandırır ve onlardan nasıl maddi çıkar sağlayacağını düşünürsem ruh aklını bir cevizden daha büyük olmayan bir boyuta düşüreceğimi söyledi. Büyükanne dedi ki beden öldüğü zaman, beden aklı da onunla birlikte ölürmüş. Bütün yaşamını bu şekilde geçirirsen başka her şey öldüğü zaman ruh aklı yaşadığından, bir ceviz büyüklüğüne düşürülmüş akılla kalırmışsın. Sonra da ‘Yeniden doğduğun zaman -doğmak zorunda olduğun için- hiçbir şeyi anlamayan bir ceviz akılla doğarsın” dedi. Sonra, ‘Beden aklı her şeyi ele geçirirse, ruh aklı bir fındık büyüklüğüne küçülebilir ve ortadan kaybolabilir. Böyle bir durumda ruhunu tümüyle kaybedersin. Böylece ölü insan olursun,” dedi.” (s. 77).

Beden aklına mahkûm olanlar sonraki yaşamlarında ruhlarını kaybettikleri için “ölü insanlar” olurlar. Onlar dünyadaki şeylere baktıklarında kötülükten ve çıkardan başka bir şey görmezler:

Büyükanne, ölü insanı kolayca tanıyabileceğini söyledi. “Ölü insanlar…” dedi, “Bir kötü insana baktığın zaman pislikten başka bir şey görmezsin. Onlar öteki insanlara baktığı zaman kötüden başka bir şey görmezler. Ağaca baktıkları zaman kereste ve çıkardan başka bir şey görmezler; hiçbir zaman güzellik görmezler. İşte onlar yürüyen ölü insanlardır. (S. 77-78).

Ruh aklı doğada yaşanan her şeyin basit bir olay olmadığını, ardındaki gücü anlayabilmemizi sağlar. Yani evrenle kurabildiğimiz mutlak bağ ruh aklıyla ilgilidir. Çünkü her şeyin bir ruhu vardır ve bütün yaratılmış olanlar anlaşılmayı bekler. Ayrıca yaşam bir bütündür. Bedene bürünen her şeyin öncesi ve sonrası vardır. Yaşam, bu gelip gitmeleri anlamak içindir: Büyükanne dedi ki: ‘Ruh aklı o kadar büyük ve güçlü olabilir ki sonunda bütün geçmiş beden yaşamların hakkında her şeyi bilir ve artık hiç mi hiç beden ölümü olmayacak bir yere gelirsin.’” (s. 78).

Beden aklı ve ruh aklı meselesi Küçük Ağaç’ın yetimler yurduna girmesi üzerine de karşımıza çıkar. Bir ders sırasında öğretmen sınıfa su kaynağından çıkan geyik sürüsü resmi gösterir ve bunların ne yaptıklarını sorar. Küçük Ağaç’ın onların çiftleştiğini söylemesi öğretmeni çileden çıkarır. Bunun üzerine öğretmen, Küçük Ağaç’ı aldığı gibi müdüre teslim eder. Müdür sopayla Küçük’ün Ağaç’ın sırtına vurarak onu cezalandırır:

Büyük sopayı sırtıma indirdi. İlk seferinde acıdıysa da ağlamadım. Büyükanne bana öğretmişti. Bir keresinde ayak tırnağım çıkmıştı… Büyükanne bana yerlilerin acıya nasıl katlandığını öğretti. Yerli, beden aklının uyumasına izin verir ve ruh aklıyla bedeninden çıkar ve acıyı görür; acıyı hissetmek yerine. Beden aklı, yalnızca beden acısını hisseder. Ruh aklı, yalnızca ruh acısını hisseder. Bu yüzden bıraktım, beden aklım uyusun.(s. 235).

Ruh aklı, ölüme yakın hâllerde insana hâkim olmaya başlar. Kişi, ruh aklını ne kadar beslemişse bir sonraki yaşamında da o kadar güçlü olur. Yaşamı boyunca ruh aklını besleyen ve ona dâimî tecrübeler ve duygular yaşatan bir Kızılderili için ölüm asla meçhul değildir ve istenen bir şeydir. Bunun Büyükbaba’nın son demlerinin anlatıldığı şu satırlarda da okuruz:

Büyükbaba’nın beden aklı teklemeye ve uyumaya başladı. Ruh aklı egemen oldu. Söğüt John ile çok konuştu. Büyükanne onun başını kollarına aldı ve kulağına fısıldadı. Büyükbaba, beden aklına geri döndü. Şapkasını istedi ki ben almıştım; şapkayı başına koydu. Elini tuttum ve bana sırıttı. ‘İyiydi Küçük Ağaç. Bir dahaki sefere daha iyi olacak. Görüşürüz.’ Ve kayıp gitti; Söğüt John’ın yaptığı gibi. (s. 260).

Ruhu Hissetmek

Büyükannenin babası Kahverengi Kanat bir gün, yakınlarındaki meşe ağaçlarının heyecanlandığını duymuş. Bir şeylerin olacağını sezmiş. Günlerce meşe ağaçlarının arasında gezinmiş, onlara dokunmuş. Ağaçlar hâlâ heyecanlı ve ürkekmiş. Daha sonra bunun sebebini anlamışlar. Birtakım işçiler gelip kesilecek ağaçlara işaret koymuşlar. Az sonra gitmişler. Sonraki günlerde de buraya yol açmaya başlamışlar. Babaannenin babası bir şeyler yapılması gerektiğini biliyormuş. Bütün Çerokiler bunda hemfikirmiş. Bir şeyler yapılmalıymış. Meşe ağaçlarının kesilmesine kimsenin rızası yokmuş çünkü…

En sonunda Çerokiler gün içinde işçilerin açtıkları yolları gece siperler kazarak bozmaya başlamışlar. Beyaz adam yolun bazı kısımlarına nöbetçi askerler koymuş. Ancak Çerokiler’in mücadelesine engel olamamışlar. Bir gün buraya arabalarla gelmişler. O gün genç bir meşe ağacı bir arabanın üzerine yıkılmış, iki katır ölmüş ve araba da paramparça olmuş. Büyükanne “Bu çok iyiydi. Sağlıklı bir beyaz meşeydi ve düşmesi için hiçbir neden yoktu.” der. Nihâyet beyazlar yenilgilerini kabul ederler ve çekip giderler. Çerokiler, onlar gittikten sonra meşe ağaçları kurtulduğu için eğlenirler. Kendini genç olmasına rağmen feda eden meşe ağacı içinse hüzünlü şarkılar söylerler. Büyükanne’nin Küçük Ağaç’a söylediği şu sözler bir ağacın sessiz sedasız bir hüznü gibidir:

Küçük Ağaç…” dedi, “Bunları kimseye anlatmaman gerekir, çünkü beyaz adamın olan bu dünyada onlara anlatmanın bir yararı olmaz, ama sen bilmelisin. Bu yüzden sana anlattım.” (s. 79-80).

Herhangi bir ağaçta, kuşta, canlı bir varlıkta onun yaşamını hissetmek, duygularını paylaşmak aslında bir yerli için en sık yapılan şeylerden birisidir. Bu, ruhu hissetmektir. Bu, onların ruhlarındaki acıyı dindirmelerinin de bir yoludur. Yetim yurdundan evine dönen Küçük Ağaç’ın gizli yerinde kalıp rüzgârı, ağaçları, suyun sesini ve kuşları hissedip dinlemesi de Kızılderililerin küçük yaşlarda bunu bir insana kazandırabildiklerini göstermektedir. Bu göstermektedir ki, bilgeliği yaşayıp onu hissetmenin belirli bir yaşı yoktur:

O kısa kış gününde gizli yerimde yattım. Artık ruhum acımıyordu. Rüzgârın, ağaçların, su kaynağının ve kuşların şarkısını hissederek yıkanıp temizlendim. Onlar beden akıllarının nasıl çalıştığına aldırmıyordu ve beni anlıyorlardı. Bu yüzden bana cehennemi anlatmadılar ya da nereden geldiğimi sormadılar. Hiç mi hiç kötü bir şey söylemediler. Böyle sözcük-duygularını bilmiyorlardı ve kısa bir süre sonra onları ben de unuttum.(s. 249).

Her insan ve her canlı bir duyguyu yaşamak üzere dünyaya gelir. Bu yüzden onlar en derinlerde bir değer duygusu taşırlar. Bunu öyle istedikleri için değil, kendilerine değer verilip yaratıldıkları için… Kızılderililerin doğaya ve bütün canlılara engin bir hoşgörüyle yaklaşmalarında bunun etkili olduğunu düşünmek mümkündür. Büyükbaba’nın Küçük Ağaç’a söylediği gibi, Büyükbaba av köpeği ya da başka bir şeyin değer duygusunu yitirmesinin çok kötü olacağını söylüyordu. (s. 32).

Kaynak: Forrest Carter, Küçük Ağaç’ın Eğitimi, İngilizceden Çeviren: Şen Süer Eker, Say Yayınları, 19. Baskı, İstanbul 2021,

Yasin Şen Haberler Afyon
YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
26 Kasım 2021 18:29
24 Ağustos 2021 18:32
10 Aralık 2021 02:07
29 Aralık 2021 20:40
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.